*ahmed yakupoğlu-gece
(van gogh getir götürünü yapar)
Şehir Günlükleri 2 -Yaşanmaya Değer
Hayat-
Şehir Günlükleri başlığıyla bir şeyler yazmak, kendim için yazmaya ve
düşünmeye dair bir kültür oluşturmayı ve bu eylemi günlük-hatıra metinleri üzerinden
gerçekleştirmeyi üniversite yıllarında planlamıştım. İlk yazıdan sonra 5 yıl, kendimde yeniden
masa başına oturacak cesareti bulamadım. Ta ki birkaç aydır ısrarla okuduğum
kitaplarda,yazılarda, Mostar Gençlik’te gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerde ve
özellikle sosyal medyada “yaşanmaya değer hayat” ile ilişkilendirilebilecek
konulara muhattap kalana kadar.
Zaman hızla geçiyordu, düşünme eylemini perçinleyecek bir alışkanlık olarak
-okumalar dışında- yazmanın zamanı olarak edebiyatçıların bana çizdiği
manzaradan hiç memnun değilim. 50’li yaşları aşmış, okuduğu kitaplar boyunu
aşmış, burnunun ucuna düşen biçimsiz gözlükleri ile insanlara huysuzluk dağıtan kibir abidesi bir
adamı yazma yeterliliğine sahip kimseler olarak tanımlamak yola çıkmak
isteyenleri hep korkutuyordu. Yazmaktan değil bu huysuz adamdan korkuyorum belki de
Okuduklarını ve düşündüklerini diğer insanlar ile paylaşmayanlar, düşündükleri
gibi sosyal hayatta varlık gösterme hakkını da yitiriyorlar. Şehir
Günlükleri’nin üzerinden geçen 5 yılda bu farkındalığa eriştiğim için bir
düşünce ve düşünülenleri paylaşma eylemi olarak günlük yazmaya ve okuduklarımla ilgili bende oluşan duygu düşünce ve fikirleri çevremdekilerle paylaşmaya niyetliyim. Burası da benim için estetik kaygılar taşıyan bir takım metinler yayınladığım bir yerden ziyade, yukarıda bahsettiğim gibi bir paylaşım noktası.
Hani yabancı dil öğrenirken hep derler ya; dil nankördür. Düşünce de öyle,
kayda geçmediği müddetçe; hayatımıza tesir etme ve fayda işlevlerini yitiriyor.
Bununla beraber düşünce ancak biriktiği müddetçe anlam ifade ediyor, bir bütünü
temsil etme imkanı tanıyor. Yukarıda bahsettiğim gibi birkaç aydır hayatın
anlamı, yaşanmaya değer hayat diye ifade edebileceğimiz, kategorize
edebileceğimiz konular hakkında düşünüyorum.
Öncelikle karşılaştığım ilk sorun şu, neden yaşıyoruz sorusu, popülerleştikçe
anlamını yitirmeye devam ediyor. Herhangi bir ortamda bu veya benzeri bir soru
meclise yönetilse, ya basmakalıp cevaplar geliyor -ki bu cevaplar bu soruyu
düşününce sosyal hayatta eylemsel olarak elde edeceğimiz faydayı yitirmemize sebep oluyor.- ya da bu veya
türevi soruların gereksiz/boş olduğu kanaatine erişilip konu gündelik
konularımızın arasına karışıyor.
Bizler için sorunun cevabı ayet-i
kerime’de belirtildiği üzere yalnızca Allah’a kulluk etmek için yaşıyoruz.
Peki ama nasıl?
Bizim mahalle diye tanımlayabileceğimiz camiada kimileri ibadetin yalnızca
camilerde mescitlerde gerçekleştirildiğini düşünüp, sosyal hayatını,
ilişkilerini ve eyleme biçimini mevcut dünya düzeninde kendisine sunulan bir
ideoloji
nin düzenine göre uyduruyor. Kimileri de bu kurguyu beslediğini
düşündüğü için ibadeti ve dini hassasiyeti hayatının merkezine alıyor.
Her ne olursa olsun yaşantılarımız bir müminden beklenen yaşantıyı yansıtmıyor.
Çünkü Müslümanca bir yaşam biçimi nasıl olmalı sorusuna sistemli bir cevabımız
yok.
-Ancak örneklerimiz hamdolsun var zaten onlar da olmasa dünya dükkanını kapatıp
gidelim.-
Her ne kadar örnek alınan yaşantılarla birey birey inşa edilecek ideal bir
yaşamı tasvir etsek de, bu eylemin de sistemli bir düşünce biçimi olarak anlam
ve değer sistemimizde bir yerde durması gerekiyor sanki.
Hayır bir yerde durmasından ziyade anlam ve değer sistemimizi inşa etmesi
gerekiyor.
Evet iddialı bir söylem. Ama bu günlük/hatıra en azından benim anlam ve değer
sistemimi inşa ederken örnek aldığımız hayatların nasıl sistemleşeceğine dair
bir yolculuğa şahitlik edecek. Belki her gün belki günde iki defa, belki de 5
yıl arayla.
Şimdi yeni bir soruyla bir sonraki günlük için beklemeye koyuluyorum.
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar tabut mu?
*N. Fazıl H.Tayyip Gündüz
Yorumlar
Yorum Gönder